İngilizceden çevirenTranslators for Justice
15.10.2015
Pia Oberoi
Bir isim neleri kapsar ? 21.yüzyılda insan hakları ve göçün karmaşık gerçekliği
Neden umutsuzca yoksulluktan kaçan birine değil de savaştan kaçan birine mülteci denir?
Aileleri çocuklarına Avrupa’da güvenli bir gelecek aramak için birkaç gün arayla kırık dökük botlara bindiklerinde, Raisa Abdul Azim henüz 8 aylıkken, Aylan Kurdi 3 yaşındaydı. Köklerinden koparılmış hayatları ve denizdeki yürek burkan trajik ölümleriyle birbirlerine çok benziyorlardı. Raisa, Libya’da çalışan Bangladeşli göçmen bir ailenin kızıyken Aylan Türkiye’deki Suriyeli mülteci bir ailenin oğluydu. Bize söylenen bu insanların temelde çok farklı olduğuydu
Ama gerçekten öyle miydiler ?
Evrensel bir hukuki tanımı olmadığından , ‘göçmen’ kelimesi basitçe, kendi ülkesinden farklı bir ülkeye taşınan ve orada yaşayan insanları tanımlar. Veriler bize dünyadaki 232 milyon göçmen arasından, yaklaşık 19,5 milyonunun çatışmalara ve zulme maruz kalma gibi nedenlerle ülkelerinden kaçan mülteciler olduğunu gösteriyor. Fakat bu çarpıcı rakamlar bize, göçmenlerin, özellikle de mülteci olmadıkları halde kenara itilmiş, dışlanmış, ve savunmasız kalmış göçmenlerin, ihtiyaçları ve istekleri hakkında bir şey anlatmıyor.
Bu düzensiz ‘karma göç akışı’nın yüzde 20’sini de oluştursalar yüzde 50’sini de oluştursalar ,bu kategorideki göçmenlerin hayatları önemli. .
Yaklaşık 70 yıl önce, ortaya çıkmakta olan Soğuk Savaş’ın gölgesi altında, uluslararası camia,‘mülteci ’yi politik baskıdan kaçan kişi olarak tanımladı, aşırı yoksulluk koşullarından kaçanlar “mülteci” olarak kabul edilmiyordu. Ancak 1951’den bu yana , uluslararası göçe içkin farklılıklar daha görünür bir hal aldı.Giderek daha açıkça görülüyor ki; insan deneyimi, sınırlarını güzelce çizdiğimiz yasal kategorilere sığacak kadar düzenli ya da kesin çizgilerle ayrılmış değil.
Göçün dinamikleri değişiyor.
Bugün milyonlarca göçmenin göç deneyimi, başlangıcından sonuna kadar farklı derecelerde zorunluluk ya da gönüllülük eksenli olabiliyor. Yolculuklar uzun ve çok yönlü, kişilerin koşulları ve durumları da yolculuk süresince, çoğunlukla ciddi ölçüde değişebiliyor. Pek çoğu mülteci kamplarında yıllarca sıkışıp kalırken bazıları geçişyolunda mahsur kalıyor, göç süreçleri boyunca kendilerini defalarca anlamsız işlerde çalışmak zorunluluğu altında, savunmasızlık, istismar ve güvensizliğin sarmalında buluyor.
Libya sahillerinde sadece birkaç TV kamerası var. Raisa Abdul Razim’in hayatı ve ölümü hakkında çok az şey biliyoruz. Görünen o ki, ailesi yıllarca Libya’da yaşamış ve çalışmış, Raiza’yla 5 yaşındaki kız kardeşi de orada doğmuşlar. Ebeveynlerinin, günümüz Libya’sının ölümcül kaosunda kalmış olmayı tercih etmiş olması, koşullar dayanılmaz olunca da Bangladeş’e dönmek yerine Avrupa’ya doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkmayı seçmesi durumu açıklıyor. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş, afet riski en yüksek bölgelerden birinde bulunduğundan ülkede düzenli olarak yıkıcı sel ve kasırgalar görülüyor . Dünyanın en kalabalık 9.ülkesi olan Bangladeş’te nüfusun yaklaşık yüzde 43’ünün açlık sınırının altında yaşadığı tahmin ediliyor .
Mülteci olarak tanımlayamadığımız; ancak yine de umut, fırsat, güvenlik ve onurlu bir yaşam arayışıyla ülkelerinden ayrılan bu kişiler için henüz daha iyi bir kelime bulamamış durumdayız .
Çatışmadan ya da zulümden kaçmadıkları sürece göçmenlerin bir ülkeye gönüllü olarak geldikleri ve kolayca geri dönebilecekleri varsayılıyor. Ancak ‘gönüllülük’ kavramı tartışmaya açık. Birinin ekmeğini zar zor kazanabildiğı, babasının en temel sağlık ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı bir ülkeden göçmesi ya daçocuğu için bir gelecek göremediği, eğitim sistemi bozuk bir ülkeyi terk etmesi ne kadar “gönüllü” olarak alınmış bir karar olabilir? Yoksulluk ve eşitsizlik, ayrımcılık, açlık ve susuzluk, sağlık, barınma ve eğitim hizmetlerinin olmayışı ; bunlar hep birlikte ya da tek başlarına, pek de gönüllü olarak tanımlayamayacağımız göç hareketini başlatmaya yeter. Amerikalı yazar Teju Cole’un dediği gibi : ‘ Bazen başınıza doğrultulmuş silah, dayanılmaz bir yoksulluğun ya da bitmek bilmeyen bir savaşın ta kendisidir” .
Siyasi mülteciyle ekonomik nedenlerle ülkesinden ayrılmış göçmeni karşı karşıya getirip mülteciyi ‘ hak eden’ , göçmeni‘hak etmeyen’olarak nitelemek sadece bu karmaşık gerçekliği görmezden gelmekle kalmaz, aynı zamanda kendi amaçları için yabancıları düşman veya tehdit gibi göstermek isteyenlerin elini güçlendirir. İnsan hakları için verilen mücadele, bir tarafın kaybedeceği diğer tarafın kazanacağı bir oyun değildir. İnsan hakları normlarına göre koruma altına alınması zorunlu olan göçmen, mülteci yasasıyla koruma altına alınan mülteci için bir tehdit oluşturmayacaktır.
Politikacılar ve popülist medya, göçmenleri ‘yağmacı’, ‘otlakcı’ olarak ya da diğer nefret dolu terimlerle adlandırabilir ancak bu onların kimlerin ‘göçmen’ olduğunu, göçmenlerin ne istediğini ya da neyi hak ettiklerini tanımlayabileceklerine izin vereceğimiz anlamına gelmez . Bütün göçmenler şefkatimizi ve duygudaşlığımızı hak ediyor. Bütün göçmenler insan hakları hukuku kapsamında eşit ölçüde korunma hakkına sahiptir.
Uzun vadede, göç politikalarımızın başarılı olması, göçmenlerin bireysel motivasyonları ve sıkıntılarını anlamamıza ve onları bir tehdit ya da istatistik gibi değil, birer insan olarak görmemize bağlı.
Göçmenlerin çoğunun beklentisi hayırseverlik değil. Sadece Avrupa’da 50 yıllık süre içinde iş gücünden yaklaşık 50 milyon işçinin eksileceği tahmin ediliyor. Avrupa Birliği’nin yaşlanan ve azalan nüfusu içinde bakıma muhtaç yaşlıların oranı 2013’deki %27,5’lik miktarın neredeyse iki katına çıkarak 2080 yılında %51’e ulaşacak. Bakım ihtiyacı artacak ve etrafta yaşlı nüfusun bakımını üstlenecek pek az genç kalmış olacak.
Bertelsmann Enstitüsü önümüzdeki 15 yıl içinde, Alman işçilerin yarısının emekli olacağını belirtiyor. Avrupa Birliğinin dışından gelen göçmen işçiler olmadan, Almanya’nın işgücünün % 36’lık ciddi bir daralmayla mevcut 45 milyon işçiden 29 milyona düşmesi olası.
Ancak, hali hazırdaki göçmen işçi ihtiyacına rağmen, Avrupa’ya girmek için sağlanan yasal kanalların yetersizliği özellikle bakım ve hemşirelik hizmeti gibi düşük vasıflı işlerde çalışabilecek pek çok göçmeni yasadışı yollar aramaya zorluyor. Aynı zamanda, göçmenlerin genelde vergi ve sosyal yardımlara katkılarının, aldıkları yardımdan daha fazla olduğu da belgelenmiş durumda. Göçmen politikalarımızın odaklanması gerekenler, insanlar üzerinde kötü etkiler bırakan söylentiler ve klişeler değil, bu gerçeklerdir.
Çaresizlik içinde yollara düşmüş sayısız göçmen için (bir çölü çok zor koşullarda geçen, uğradığıcinsel istismardan sağ kurtulmayı başaran, ekonomik özgürlüğünün peşindeki genç kadın için;su sızdıran bir gemiye bindirilen, fakir bir ailenin yegane umudu olan genç oğlan için;onurlu bir gelecek arayan Raisa Abdul Azim ve ailesi için)bütün bu insanlar için yeni bir ‘kelime’ye, hatta yeni bir koruma sistemine ihtiyaç duyabiliriz . Ancak şu an için, eylemlerimizi Insan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar ». ifadesine uygun hale getirmek için kararlı olmaya ihtiyacımız var .
Pia Oberoi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nde İnsan Hakları ve Göçmenlik konularında danışmanlık yapmaktadır. Bu makale kişisel görüşlerini içermekte, Birleşmiş Milletler’in görüşlerini temsil etmemektedir